Tarihçilerin bir sözü vardır. “İnsanlar nasılki doğar büyür, yaşlandığında ölür. Devletlerde aynıdır. Dünyada bu zamana kadar yüzlerce devlet kurulmuş, kimisi bir asır bile sürmeden yıkılmış, kimisi asırlarca ayakta kalabilmiştir. Biz Türklerin kurduğu İmparatorlukların sayısı Cumhurbaşkanlığı forsunda yıldızlarla yerini almıştır.
Selçuklulardan sonra ufak devletçiklere bölünen Türklerin içinden Osmanlı, yüzyıl içinde kuruluşunu tamamlayıp güçlü devletlerin yanında yerini aldı.
Osmanlı devleti, vatandaşını düşünen, İslam nizamını benimseyen, İslam’ı yaşayan, dirayetli, bilgili padişahların ardı ardına devleti yönetmeleri sayesinde asırlarca dünyanın en seçkin devleti olmuştur.
Osmanlı ahalisi 19. Asra kadar hükümdarlarına hep duacı olmuştur. Devlet İslam esaslarına göre adaletle yönetilmiş, ekonomik sıkıntısı olmayan bir ülke idi. Dağdaki çoban bile sıkıntısını padişaha iletebiliyordu. Osmanlı da sınıf farkı yoktu. Zengin ile fakir arasında şimdiki kapitalist düzen gibi büyük uçurum olmuyordu. Devletler arasındaki ilişkilerde bile Osmanlı kendisine sataşmayana iyi yaklaşmıştır.
Geçen hafta belirttiğim gibi İngilizlere, Fransızlara, Almanlara Osmanlı topraklarında serbest dolaşım, az vergi alınması ile ticaret yapmalarına müsaade edilmesi. Batının yaptığı keşiflere ilgi göstermemesi, Amerika ve Hindistan taraflarına gemilerin ulaşımına seyirci kalması bir ihmalkarlıktı. Matbaa bile Avrupa’da kullanmaya başladıktan seneler sonra Osmanlı da kullanmaya başlandı.
Avrupa, makineleri, motorları imal edip kullanmaya başlayınca, Anadolu da el tezgahlarında üretilen halılar, tekstil, yelken bezi gibi ürünler yurt dışına ihraç edilemez oldu. Kırk- elli sene içinde tezgahlarımız onda bir çalışma oranına düştü.
Daha önceleri Osmanlıya tahsil etmeye gelen ecnebiler yerine şimdi Osmanlı 1850 yılından itibaren Avrupa ya talebe göndermeye başladı. Fakat orada üniversite okuyan Öğrencilerimizin bir kısmı geri dönmedi. Dönenlerde ülkenin kalkınmasına yardımcı olmaktan ziyade Fransız gibi yaşamaya, giyinmeye, onların evleri gibi evler yapmaya başladılar. Halkta onlara karşı bir özenti belirmeye başladı.
Rahat ve bolluk içinde yaşamaya alışan ahali, çiftçilikten ve tekstil gibi işlerden para kazanamayınca kolay yolu seçmeye başladı. Devlette çalışan bürokrat, memur, işçisinden o zamandan kalan bir söz vardır. “Salla başını al maaşını” uyguluyordu.
Osmanlı, Avrupa makineleşmeye başladığında, o günün şartlarında sanayide çok geri değildi. İstanbul’da iki tane sanayi sitesi vardı. Ticareti çok iyi biliyorlardı. Rahat yaşamaya alışkın olduklarından hep böyle olacak zannettiler. Dünyadaki gelişmeleri takip edemediler. Nasıl ki araba bir kere teklemeye başlayınca arızayı gidermek zor ise, devletlerde aynı. Yönetimde aksama, çocuk yaşta padişahlar, yatırımcıya destek olamama, iş insanların ortak iş kurmalarında tecrübesiz olmaları gibi bir çok konuda eksiklikler oluyordu.
Bu durum Cumhuriyet döneminde de maalesef devam etti. Ülkemizde güç birliği ile şirketleşip üretmek yerine dışarıdan hazır alma sevdası devam ediyor. MAKİNELERİ YAPAN “ANA MAKİNELERİ” İMAL EDECEK DURUMA GELMEDİKÇE SANAYİDE KALKINMIŞ OLAMAYIZ. Rahmetli Erbakan’ın ağır sanayi sözünü sıkça tekrarladığını hatırlayalım.
Batılı ülkeler aralarında yaptıkları savaşları unutarak sermayelerini birleştirip fabrikalar kurdular. Bankacılıkta, taşımacılıkta, pazarlamada, ticari işbirliğinde devasa büyüme gösterdiler. Avrupa da uygulanan kapitalist sistem, kişisel olarak servet edinip aşırı zengin olmayı sanayileşmenin bir aracı olarak görür. Halkı çalışırsa karnını doyurur. Zenginler sınıfı ayrı, fakirler sınıfı ayrıdır.
Osmanlı kişisel zenginliği kaygıyla karşılar. Malın tek elde toplanmasını uygun görmez. Halkın refahını ihmal etmeyecek şekilde müsaade ediliyordu. Ne zaman bu prensipten taviz verildi, halkın arazileri toprak ağalarının eline geçti. Zayıflamasının nedenlerinden biride budur.
1838 de İngilizlerle yapılan ticaret anlaşması ile İngilizler sanayi ürünlerini pahalıya sattı. Osmanlı İngiliz devletine satacak mal bulamadı. İşte o zaman kriz başladı. Kırım savaşında İngiliz den 1854 yılında ilk borç alındı. Borçlanma aralıklarla devam ederek tam yüz yıl sonra 1954 te Menderes zamanında bu borçları bitirebildik.
Osmanlı artık güç kaybediyordu. 1853 yılında Rus çarı 1. Nikola İngiliz büyükelçisine “Bir hasta adam var. Onu öldürmenin, parçalayıp yutmanın tam zamanıdır” der. O hasta adam Osmanlı İmparatorluğudur. Bu sözü İngiliz ve Fransızlar çok beğenmişti.
1850 yıllarında bile Osmanlı devleti Avrupa’nın gözünde ulu bir devlet idi. Sultan Abdülaziz 1860 lı yıllarda Avrupa’ya seyahate çıkmıştı. Fransa, İngiltere, Belçika, Avusturya gibi ülkeler Osmanlı Sultanı geliyor diye ayağa kalktılar. Trenin geçtiği şehirlerde halk Yüce Sultanı görebilmek için yollara dökülmüştü.
Yarabbi ülkemize içeriden ve dışarıdan gelebilecek her türlü tehlikelere karşı uyanık olabilmeyi, tembellikten, korkaklıktan bizleri muhafaza eyle.