Karaağaç ve ulu çınarlar fırtınalı diyarlarda yetişir.
Büyük insanlar zorlu şartlarda mücadele içinde, sıkıntıların, risklerin, fedakarlıkların olduğu ortamlarda olgunlaşırlar. Bu yolları seçmeden sade bir hayat yaşayanlar ulu çınar olamazlar.
İslam peygamberimiz H z Muhammed çocukluğundan itibaren mücadele içinde bir hayat yaşadı. Sahabesini (Müslümanları) İslam’ı öğretmek ve imanlarını kuvvetlendirmek için geceli gündüzlü uğraş verdi. Dahada önemlisi davası uğruna yaşadığı topraklardan çıkarıldı. 23 sene aralıksız din düşmanları ile mücadele etti. Düz ovada hiç gölge olmayan yerlerde tek başına bulunan karaağaçların gölgesinde toplanan canlılar gibi iman eden Müslümanları etrafında topladı. 1400 seneden beri onun yolunda giden imamı Gazali, İmamı Rabbani, Ahmet Yesevi gibi binlerce ulu çınarlar, karaağaçlar yetişti. İslam’ı dünyaya yaymaya çalıştılar.
Ahmet Yesevi yetiştirdiği talebelerini İslam beldelerinin en uç noktalarına göndererek çınar ağaçları gibi kökleri yere sağlam bastı. Kur’an-ı Kerim Ali İmran 146.ayette. “Nice Peygamberle birlikte birçok Rabbaniler (Allah dostlar) savaşa girdiler. Allah yolunda kendilerine isabet eden güçlük ve zorluklardan dolayı ne gevşeklik gösterdiler nede boyun eğdiler. Allah cc sabır gösterenleri sever.”
Her insan arkasında bir iz bırakmayı, kök salmayı ister. İz bırakanlar çetin bir yolculuğa girerler, fırtınalı diyarlarda mücadele eder, çetin rüzgarlara dayanacak çareler ararlar. Nefesleri mücadele kokar. Bu yüreği olanların işidir. Çünkü bu yollar bedel ister. Uykusuz geceler, ölüm tehlikesi, zindanlarda olabilir. Hayatları hep çiledir. Mücadeleci insanlar bu yolu isteyerek seçerler. Çünkü bir idealleri vardır. Düşseler bile kalkmasını bilirler.
Fırtınalı diyarlarda yetişmek bedel ödemeye katlanmaktır. Bu, dava adamlarının işidir.
“Hayatın en keskin öğretmeni zaman değil, zorluktur.” Kurtuluş savaşımız bu zorlukları aşanlar tarafından kazanılmıştır.
Asıl karakter yapımız, gök karardığında, bulutlar boşaldığında, şimşekler çaktığında, sığınacak yer olmadığında kendini gösterebilmektir.
Ulu çınar, kara ağaç olmak sadece fırtınada ayakta kalmak değildir. Diğer insanlara gölge olmak, yağmurdan, fırtınadan korumaktır. Bu köklü ağaçlar bu gücü bulasıya kadar nice yıldırımlara göğüs gerdiler, yara aldılar. Toprağa sağlam kök salıp tutunmasını bildiler.
Kara ağacın gölgesi serin olur. Sıcakta bir bölük askeri bağrında serinletebilir. Öğle saatlerinde 300 baş koyunu gölgesinde barındırır. O gölgenin oluşmasında karaağacın gövdesinden yüzlerce dalın, binlerce yaprağın fışkırması ile oluşmuştur. Kök, gövde sağlam olmayınca dallar büyüyemez, yapraklar geniş ve yeşil olamaz. Milletin gövdesi olan yönetim kadrosu, ilim insanları, Ahmet Yesevi gibi gönül dostları olmadan milletler (Müslümanlar) nasıl güçlü ve ahlaki değerleri yüce olacak?
“Hayat, fırtınadan kaçan değil, onunla yürümeyi öğrenenleri büyütür.”
Bu yolda göz yaşı vardır. O göz yaşları bir gün toprakta filiz olur yeşeriverir.
“Yokuşları aşmaya katlanamayanlar düz yolda yürüme hakkını elde edemezler.”
Hayat böyle bir şeydir. Bazen önümüze bir yokuş çıkar. İşte o zaman kendi karakterimiz ortaya çıkar. Kazanmak için sabırla yürümek mi, yoksa yokuşlara teslim olmakmı?
“Düz ova emekle gelen huzurun adıdır.” Ben elimden geleni yaptım diyebilmenin ödülüdür. Ödül sadece hak edenlere verilir. Kimseye çaba göstermeden düz yolda yürüme hakkı sunulmaz. Sunulursa ucunda torpil vardır. Oda tez zamanda sahibini rüsvay eder.
Milletlerin mayasını yoğuran, yönünü tayin eden ilim ve fikir insanlarıdır. Biz bu insanların kıymetini bilemezsek sadece onların çabalarını değil, kendi geleceğimizi de yitiririz. Vesselam